İnsanlar sıhhatli ve huzurlu günlerinde Allah’a hamd ve sena etmeli, böyle günlerin değer ve kıymetini hatırdan çıkarmamalıdırlar. Hatta bir bela ve musibet imtihanına maruz kalan birini görüp, yahut duyunca da aynı hamd ve şükür duyguları içine girmeli, benzeri bela ve musibete kendini maruz bırakmayan Allah’a duâ edip, niyazda bulunmalıdır. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bu husustaki ikâzı şöyledir. Tirmizî’de geçen Ebû Hureyre hadisinde buyuruyor ki:
“Elhamdülillâhillezi âfânî mimme’btelâke bihi. Ve faddaleni kesiren mimmen halaka tafdîlen.”
“Seni mübtela kıldığı sıkıntıdan beni koruyan, iyilik ve afiyet ihsan eden, fazilet ve nimette beni çok kimselerden üstün kılan Allah’a hamd olsun.”
Bu duâyı okuyan, yahut bu mânâda bir duygu ve teşekkür anlayışı içinde bulunan adamı Cenâb-ı Hak korur, aynı belâ ve musibete mâruz bırakmaz.
Anlaşılan odur ki, bizim sahip olduğumuz nimetlerden mahrum kimseleri görünce hemen kendimizi düşünmeli, bizi aynı mahrumiyetin içine atmayan Rabbimize hamd ve şükür duyguları içinde dua ve niyazda olmalıyız. Ta ki, sahip olduğumuz nimetin kıymetini bilmiş olalım, nimete karşı nankörlük halinde kalmayalım, be-laya layık olmayalım.
Ayakkabılarının su aldığını düşünüp halinden şikayete başlayan biri, yolda ayaklarının ikisi de kesilmiş bir dilenciyi görünce aklı başına gelmiş:
Aman Allah’ım, beni afvet. Ayaklarımı elimden alma eski ayakkabıya da, hatta yalın ayak gezmeye de razıyım, diyerek şuurlu bir tefekkür kazanmış.
İslam terbiyesinde asıl olan, sahip olmadıklarını değil. olduklarını düşünmek, onların şükrünü eda edip et mediğini tefekkür etmektir.
Ne yazık ki, nefis ve şeytan daima sahip olamadığımızı nazarımıza verir, bedbahtlık hissi telkin ederek hayatımızın zevk ve lezzetini kaçırır, şükür yerine şikâyete iter, huzur yerine hüsrana atar.

