Halk dilinde göz değmesi denen isabet-i ayn vardır ve bazı gözlerin değdiği kimseyi veya canlıyı, yahut da eşyayı ziyana uğratıp musibete mâruz bıraktığı vâkidir.
Dinimiz göz değmesinin aslının olduğunu bildirir. Hatta Resûl-i Ekrem Efendimiz:
Nazar, yani göz, deveyi kazana, insanı mezara sokar, buyurmuştur.
Demek ki bazı gözler, insanın veya herhangi bir canlının ölümüne sebeb olduğu gibi, eşya ve malın da zararına vesile olabilmektedir.
Burada sorulması gereken suâl şudur:
Göz neye, niçin değer?
Bunu iyi tesbit etmek gerekir. Bu tesbit yapılırsa meseleye kolay çare bulunur.
Göz, baktığı şeyde gördüğü fevkalâdelik ve erişilmezliğe hayret ve hasedle bakar, bundan sonra değme olayı cereyan eder. Meselâa, çok güzel giyinmiş insana, yahut servetini uluorta nazarlara sunup, görenlerin tahrikine sebeb olan zengine göz, hasedle, hırsla bakar.
Öyle ise yaşadığımız çevrenin hasedini tahrik edip, hırs ve arzu ile bakacakları bir görünüş, gösteriş içinde olmamaya gayret etmeliyiz. Muhitin normal gördüğü giyim, kuşam ve hayat tarzı içinde yaşamalıyız ki, bakan gözler hasedli hayretlerle bakmasın, erişilmezlik durumunu görüp de göz değmesine sebeb olmasınlar. Bununla beraber herhangi bir câzip ve fevkalâde şeye bakıldığında göz değmesini önlemek için hemen “maşaallah” demeli. Allah’ın ondan daha güzelini, daha câzibini yarattığını hatırlayarak o fevkalâdeliği göz değecek derecede görmemelidir.
İşte bu sebebledir ki, gözü değen, yahutta değmeyen herkes baktığı güzel ve iyi şeye “maşaallah” diyerek tebrik ve takdir eder, gözün değmesini önlemiş olurlar. Allah’ın sonsuz kudret ve hikmetine göre baktığı o şeyin basit olduğunu düşünürler.
Bu açıdan bakınca göz değmesinin sosyal hikmet ve faydasının olduğunu düşünmek gerekir. Zira insanlar sahip oldukları imkân ve nimetleri çevrelerinin hasedle-rini tahrik edip, rahatsız olmalarına sebeb olacak derecede teşhir edemezler. Göz değer diye gösteriş ve riyâdan âzâde bir şekilde muhafaza eder, yahut etmeye mecbur kalırlar. Zaten dinin bir diğer hükmü de sevad-ı âzama tâbi olmaktır. Yani yaşanılan muhitin giyim, kuşam, imkân ve hayat seviyesinde olmak, onların üstünde bir gösteriş ve tahrike sebeb olmamaktır. Halk ekseriyetinin yaşadığı hayatı yaşamayıp onların üstünde bir gösteriş ve yaşayışa kayan insan, aynı imkâna sahip olmayanla rahatsız edip hırs ve hasedlerine sebebiyet verir, göz değmesine bizzat kendisi davetiye çıkarmış olur.
Küçük yavrulara nazar değmesin diye bir takım renkli boncuklar takıp, çaputlar bağlamak İslam’in reddettiği bâtıl bir adettir. İslam’dan öncekilerin alışkanlık larının bazı bilgisiz Müslümanlara geçmiş olmasından başka bir şey değildir. Ancak, kız çocuklarına altından. oğlan çocuklarına da gümüşten Maşaallah askıları tak mak günah değildir. Bunların bir meşrü çare olduğunu söylemek mümkündür.
Nazar değmesini önlemek, yahut değdiği sanılan nazarın te’sirini gidermek için okunan âyetler, duâlar vardır. Bunlar şunlardır:
Resül-i Ekrem Efendimiz. Kur’an’ın mânâsını içinde toplayan Fâtiha süresinin nazara iyi geleceğine işaret ettiği hadisinde şöyle buyurmuştur:
Allah’ın kitabında göz değmesini önlemek için sekiz âyet vardır. Bir kimse bu sekiz âyeti evinde okursa o gün o evde bulunanlara insanın ve cinnînin zararı dokunmaz. Yani nazar erişmez. O sekiz âyetin yedisi Fâtiha süresi, sekizincisi de Âyete’l-Kürsî’dir.
Muhtarü’l-Ehadis kitabında geçen bu hadis bize her gün namazlarımızda tekrarladığımız Fâtiha sûresini ayrıca nazar değmemesi niyetiyle de okumamızı işaret etmektedir. Ayete’l-Kürsi de bilindiği üzere câmiu’l-kelim bir ayettir. Ezberlenip okunmasında her bakımdan fayda vardır.
Büyük velilerden Hasan Basri Hazretleri göz değmesine karşı (Kalem süresinin 51-52’nci ayetleri olan) şu âyetleri okurdu:
Şüphesiz inkâr edenler Zikr’i (Kur’an’ı) duydukları zaman neredeyse seni gözleriyle devirecekler. (Senin için,) “Hiç şüphe yok o bir delidir” diyorlar.
Hâlbuki o (Kur’an), âlemler için ancak bir öğüttür.
Bunlardan başka Resül-i Ekrem Efendimiz’in Kur’ân-ı Kerim’in en son sûrelerini teskil eden (İhlas. Felak ve Nas) sürelerini de okuyup tavsiye buyurduğu mervidir. Bu son üç sûre de okunmalıdır.
Yine bazı eserlerden öğrendiğimize göre Resül-i Ekrem Efendimiz, torunları Hasan ve Hüseyin’e, nazar değmesin diye duâ okumuşlardır. Bu duâyı şu şekilde tesbit etmiş bulunmaktayız:
“Eüzü bi-kelimâtillâhi’t-tâmmeti min külli şeytanin ve hâmmetin ve min külli aynin lâmmetin.”
Nitekim ashâbtan Sa’d bin Hakim, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in göz değmesinden şüphelendiği zaman şu duâyı okuduğunu rivayet etmektedir:
“Allahümme bârik fihi ve lâ tedurruhû.”
“Ya Rab, bunu mübarek kıl, zarar vermesine müsaade etme.”
Bu mevzuda Hazret-i Enes’ten dinlediğimiz diğer bir rivayette şöyle denmektedir:
Resülüllah Aleyhisselâm hoşuna giden bir şey görünce ona bakar, baktığı sırada da hayretini şu cümlelerle ifade ederdi:
“Maşaallah, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh.”
Özet olarak diyebiliriz ki, sahip olduğunuz imkanlarınızı çevrenin hasedlerini tahrik edecek şekilde teşhir edip rahatsızlığa sebeb olmayınız. Bununla beraber güzel şey görür, yahut gösterirseniz Allah’ın sonsuz kudret ve nimetlerini hatırlayıp hatırlatın, bunun o yüce kudrete göre çok büyük ve yüce olmadığını hatırlatan cümleler söyleyerek hasedli bakışların te’sirini azaltmaya çalışın, “Maşaallah, la havle velâ kuvvete illâ billâh” gibi sözlerle gereken duâyı okumuş olun.
Bu sebebledir ki, güzel görünen mahsullü tarlaların ortalarına sopalar dikilip üzerine eski püskü çaputlar asılır, görünüş çirkinleştirilir. Ta ki bakanın gözündeki hasetli mânâ o çirkinliğin te’siriyle azalsın, ilk bakışın mânevi zehiri o çirkinle yok olsun, mahsul de böylece nazardan kurtulmuş olsun.
Nazar değmesini önlemek için kurşun döktürmek, efsun yaptırmak gibi bazı cahiliyye devri adetleri mânâsız ve teʼsirsizdir. Asla faydası olmaz. Faydalı olanlar arzettiğimiz duâlardır.
