Cennet ve Cehennem. Allah’ın iki mükafat ve mücâzat yeridir. Mükafata layık bir amel içinde olanı Cennet’e, mücâzata layık tutum ve tavrı tercih edeni de Cehennem’e koyar.
Demek ki, insanın Cennet’lik, yahut ta Cehennem’lik oluşu kendi isteğiyle, yâni tercih ve tutumuyla alâkalıdır. Hangisine layık bir amel içinde olursa oraya gider, tercih ettiği yerin muamelesine tabi olur.
Bunun içindir ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz kim iyi niyetle Cennet’i ister: “Allahümme inni es’elüke’l-Cennete” diyerek Allah’a yalvarırsa. Allah da onu istediği Cennet’ine koyar, buyurmuştur. Nitekim aynı isteği Cehennem’den kurtulmak için de tekrarlar da: “Allahümme ecirna mine’n-nar” diyerek Cehennem’den korunmasını dilerse. Allah bu isteğini de kabûl eder, Cehennem’den korur.
Bundan dolayıdır ki, dua kitaplarında şöyle tavsiyede bulunulur:
Kim sabah ve akşam namazlarından sonra üçerden az olmamak kaydıyla “Allahümme inni eselükel Cennete” diye Allah’a yalvarır, sonra da “Allahümme ecirni mine’n-nâr” diye ilave ederek duaya devam ederse. Allah onun duasını kabûl eder, o gün ve gece vefat ederse dileğine kavuşmuş olarak muamele görür. Cehennem’den kurtulur. Cennet’e lâyık olur.
Öyle ise amelimizle, tavır ve hareketlerimizle Cernnet’i istediğimizi göstermeli. Cehennem’den korktuğumuzu da isbat etmeliyiz. Bundan sonra da sabah ve akşam namazı duâlarımızda bunları tekrar etmeli, Rabbimizden Cehennem’inden koruyup Cennet’ine koyması niyâzımızı dile getirmeliyiz ki, neye lâyık olduğumuz fiilimizle, kavlimizle anlaşılsın, Rabbimizin rahmetini celbe vesile olsun.
Böyle fiille, sözle bir gayret ve azimde olmayan insan elbette mükafat isteyemez, mücâzata layık olduğunu göstermiş olur.

