Bir hadisten öğrendiğimize göre rüzgâr bazen yağmur, bereket gibi hayırlı şeyler getirir. Bazen de kasırga ve yıkıntı gibi felakete sebeb olur. Nitekim Resüû-i Ekrem Elendimiz rüzgârın estiğini anlayınca hemen dizleri üzerine çöker ve:
“Allahümme c’alha rahmeten ve la tec’alha azaben.” diye yalvarır, dua eder, azaba değil, rahmete vesile olmasını dilerdi. Yani, “Ya Rabbi bu rüzgârı bize rahmete vesile kıl, azabımıza sebeb eyleme.”
Bir diğer duasında da Peygamberimiz şöyle yalvarmıştır:
– Ya Rab, şu rüzgârın içinde bulunanın ve hangi hizmet için gönderilmişse onun hayrını senden dilerim.
İçinde bulunanın şerrinden ve gönderildiği şeyin şerrinden sana sığınırım.
Demek ki, mü’min kendini hiç bir semavi hadisede garantide göremez. Her zaman büyük bir fırtına ve belanın gelmesi muhtemeldir. Bunun içindir ki, Resûl-i Ek-rem Efendimiz devamlı teyakkuz halinde bulunur, şiddetli rüzgârlarda hemen iki dizi üzerine çöker, bir kasırga ve âfet gelmesinden Allah’a sığınırdı. Böylece belki de takdir edilmiş bir felaket ve musîbet kaza edilmez, yahut hafif olarak geçmesi sağlanmış olurdu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz her türlü âfete yüklü bulunan bulutu gökyüzünde görünce de yine Allah’a sığınır, şu duâyla ilticada bulunurdu:
“Allahümme innâ neûzü bike min şerri mâ ürsile mihi.”
“Gönderildiği şeyin şerrinden Allah’a sığınırız.”

