İnsan her zaman şen ve sakrak bir çevre icinde olamıyor. Bazen çevresinden mahrum da kalıyor, yalnızlık anlarında ve gariplik hâllerinde yegane ülfet ve ünsiyet ve kimsesizlik içinde sıkıldığı da oluyor. Böyle yalnızlık yerimiz, gönlümüz, kalbimiz olur. Çevremizde varlığına inandığımız ruhânîler, ülfet ve ünsiyetimizi te’min eder.
Kainatı ve âlemi tefekküre dalan bu yalnız kimse, su duâyı okur, yalnızlığını gidermeye gayret eder, huzur ve ünsiyetini böyle te’sis eder:
“Sübhane’l-meliki’l-Kuddusi Rabbi’l-melâiketi ve’r-rûh. Cellelte’s-semâvâti ve’l-arda, bi’l-izzeti ve’l-ceberût.”
Yalnızlıktan şikâyet için gelen adama Resûlullah’ın tavsiye buyurduğu bu duânın mânâsı da şöyledir:
“Tesbih ederim Melik-i Kuddus’ü. O, Rabbidir melâike ve rûhun. Sen, semâvât ve arzı izzet ve ceberûtunla celâllandırdın ey Rabb-i Rahim’im.”
Yalnızlık anları aslında bir nimet, hatta ganimettir. Böyle sakin anlarda en değerli şey bilinen duaların okunması, kılınmamış namazlarının kılınması, akıbetimizin ne olacağını düşünerek nefsimizi ikâz etmemizdir. Yani, istikbale fikren gitmek, nazaran bakmak, kazanclı bir tefekkür halidir. Bazen böylesi tefekkürler, senelerce ilimle ancak elde edilecek hakikatları kazandırır insana. Yalnızlık bu cihetlerden değerlendirilmelidir.

